Saturday, March 18, 2006

Schiele Sevenler Derneği Üyeleri Ölü Sevici mi?

Günün Ressamları: Egon Schiele ve Otto Dix. Schiele 1890’da, Dix 1891’de doğmuş. Schiele 1918’de (dünya tarihinin en acımasız yılıdır lanet olasıca) gripten ölürken (aynı yıl önce Klimt, sonra Edith Schiele ölmüş), Dix 1969’a kadar yaşamış.
Niye Günün Ressamları: Çünkü ben bugün en çok onları seviyorum. Hatta bugün radikal bir değişiklik yaptım, Dix’i daha çok seviyorum.
Schiele’nin manzara resimlerini gördüm geçen yıl. İnanılmazlar. Resimlerin kitaplardaki fotoğraflarına bakınca gerçeklerinin bu kadar etkileyici olduğunu tahmin etmiyor insan. Bugün onları figürlerinden daha çok seviyorum.

Schiele’ye tapanlar derneği kuracağım. Öyle canım cicim değil, daha neler; çok karanlık ritüelleri olan çok karanlık bir topluluk. Acı çekecek herkes. Savaş, memuriyet, karşılıksız aşklar, mutsuz evlilik, açlık yoksulluk olacak dernek kimlik kartlarında. Karanlık ayinler yapılacak tuvaller üzerinde siyah yağlı boyayla. Karanlıkta ellerimizde mumlarla pencerede dikilip yolun karşı yakasındaki köşkte Klimt sevenler derneğinin düzenlediği akşam yemeğini izleyeceğiz. Orospuları arka odaya kilitlemiş olacağız. Ağzımızın kenarından siyah yağlı boya akacak. Onların ağızlarının kenarından tavuğun pilavın yağı akacak. Biz kaba kumaşlara bürünmüş olacağız, onlar satenle ipekle ışıldayacak. Aramızdaki yolda Dix sevenler derneğinin üyeleri sakat sakat sürünecekler, tornetlerin üzerinde elleriyle parça parça vücutlarını çekecekler. Yollar savaş gazileriyle dolacak, fahişelerle, denizcilerle, aralarında aileler gezinecek ellerinde müzik aletleri, karılar kocalarının beline sarılıp mutlu evliliklerini kutlayacak. Garip bir gün olacak. Yer Bebek olmayacak. Köşkler, viskiler, yüksek tondan kahkahalar yağmur tarafından silinip götürülmüş olacak. Klimt’in köşkü sadece bir yansıma olacak. Mumun cama vuran ışığının oyunu.

Ruh eskiyince resim de eskir. Hatırlatayım dedim.

Evet, sana dedim.

HUSSEIN CHALAYAN

Latin alfabesinin kullanıldığı dillerde, Latin alfabesi dışındaki alfabeleri kullanan dillerdeki isimler İngilizce’ye çevrilerek yazılıyor. Yani Arapça, Japonca, Çince, Rusça isimler kendi dillerindeki yazılışlarının harfi harfine Latin alfabesine çevrilmesiyle değil, okunuşlarının Latin alfabesinde kodlanmasıyla başka dillere aktarılıyorlar. Salman Rushdie gibi, Aijaz Ahmad gibi. Latin alfabesi kullanılan dillerdeki isimler ise eğer o dilde yerleşik başka bir karşılıkları yoksa aynen kalıyor. Biz bu yüzden Dostoyevski, Konfüçyüs diyoruz ama Pikasso demiyoruz. Türkçe Latin alfabesiyle yazılıyor. Yani Arapça ya da Çinceden farklı olarak, Türkçe isimler neredeyse Türkçe’de yazıldıkları gibi yabancı dile çevrilebiliyor. Bazı dillerde ü, ö, ç, ş harfleri bulunmadığı için bunlar u, o, c, s gibi yazılıyor vb. Bu yüzdendir ki benim pasaportuma yabancı vize vurduklarında Sadaf Ozgah yazmıyorlar, Sedef Ozge yazıyorlar. Tersi cehalet olurdu. Onlara benim adımın Arapça değil Türkçe olduğunu ve Arap alfabesiyle değil Latin Alfabesiyle yazıldığını hatırlatmak zorunda kalırdım korkarım.

Hussein Chalayan...

Anlaşılır şey değil.

Sunday, March 12, 2006

Wednesday, March 08, 2006


Banksy and the tourist with a plastic bag. turistin elindeki naylon torbanın içinde türk malı tişörtler var; üç tanesi beş sterline.

Monday, March 06, 2006

Defterdar Sergisi bitti, Kitap Kitapçılarda


İstanbul Defterdarları Sergisi sona erdi. Kitap kitapçı raflarında yerini aldı, sizin kütüphane raflarında da yerini almasının vaktidir. Ama alacak olanlar mümkünse benden alsınlar... Evlere servis yaparım hem. Bi çayınızı içer, varsa böreğinizi de yerim ama ona göre. İndirim mindirim yok, o da nereden çıktı? Adam bize indirim mi yapıyo ki ben size yapayım?

Sunday, March 05, 2006

Schiele ile yakarız gemileri


Albertina'daki Schiele sergisinden evrensel-kardeşlik-kardeşimin hedayesi

Thursday, March 02, 2006

YALAN SÖYLEME DEDİM SANA!!!!

Ben defter falan tutmuyorum. Hayatta aklıma gelmez defterimi açayım da şunu bir çiziktireyim diye. Yıllardır ilk defa bir defterim var ve onun da sadece on sayfası dolu. Evet, orta okuldayken defterim vardı ama lisedeyken hala aynı defterim vardı ve üniversitedeyken defterim mefterim yoktu, normal insanlar gibi canson kullanırdım. Sonradan birkaç defter bitirdim, biri tamcemalin eline geçmiş işte. Aleyhimde delil olarak kullanıyor. Yanımda defter taşımayalı beş sene oldu. Zaten insanın yanında taşıyabildiği küçük defterlerden sıkıldım, ferah defterleri sever oldum. Zaten küçük çanta modası var, neresine sığdırayım. O sivri burunlu ayakkabılar da çok rahatsız. Kitabı çok sevdim, çok eğlenceli ama onun hakkında söyleyecek başka bir şeyim yok. Ben ne bileyim defter ne kitap ne defterdarlar nasıl bir araya geldi ve neden hala görüşmeye devam ediyorlar. Okuldan arkadaşlar diye heralde. Medya manyağı değilim. İnsanın karnına ağrı giriyor oralarda. Ayrıca yalan atmaktan dilim şişiyor. Radyo ve televizyonlarda program yapan insanlar android gibiler. Şahıslarından bağımsız olarak. Döner sandalyeler üzerinde yaşıyorlar, sürekli saniye sayıyorlar, bağırarak konuşuyorlar, çok sinirliler, hiçbir şeyi gerçekten merak etmiyorlar. Ayrıca insana korku salıyorlar. Medya binaları o kadar korkutucu değil. Ama sıkıcı. Ve dekorları inanılmaz derecede çirkin. www.defterdarlar.blogspot.com blogunu ben tek başıma bulmadım, ömerle aynı gün yumurtlamışız, ama soran olursa ben buldum benimdir diycem, onun da umurunda diil. Zaten kimsenin bir iş koyduğu falan da yok, ömere atıcam topu kaçıcam buralardan. Belki banuhanımla bahamalara giderim. Ctesi günkü söyleşiyle en ufak bir alakam yok. Konuşanları dinlemeye gidicem sergiyi bir daha gezeyim diye. En beğendiğim işi seçicem gizli gizli. Hadi ilk on işi diyelim. Tabii ki kimseye söylemiycem senin işini çok beğeniyorum diye. Duvarlar gazete kağıdıyla kaplıymış gibi davranıcam. Kimse beni sevmediği için kimseye kitap falan da aldıracak ya da alacak değilim. Zaten param yok. Meraklısı edinsin bana ne. O kadar radyodan radyoya biralar içtik, meyhanelerde süründük, çizen bilir, bi allahın kulu da az yiyeyim de bir kitap alayım demediyse ben napiyim, kapınıza mı dayanayım artık. Hadi bugün de böyle, sağlıcakla kalınız, pırasa kereviz havuç bezelye soğan brokoli haşlayıp çorba yapınız. Ben gene zehirli hazır çorba içtim bir litre. Tavuklu. İğrençti. Sebzelisi iyi oluyor halbuki. İçen bilir. Hadi yürü ya kulum, çevir çevirileri, gezdir köpekleri, topla naylon torbaya kakaları. Toplayan bilir. Bu bilir meselesini de ilan buldu ben diil.