Saturday, December 31, 2005

ESHK anketi istek üzerine tekrar...

Wow... happy new year. It is thrilling isn't it?
Yeni yılınız kutlu ve de mutlu olsun. Geçip gidenden iyi olsun.
This was one of the strangest years in my life. Lost and found, then lost and found again, and lost... hoping to find all over again.

ESHK ANKETİ
Yayından kaldırdığım ESHK Anketi istek üzerine tekrar huzurlarınızda...

ESHK (Edebiyatta, Sanatta, Hayatta Kopya) fanzinini çıkaran arkadaşım benimle aşağıdaki anketi yaptı, sonra üşenmemiş, hepsini yazıya dökmüş (ya da başka birisi dökmüş, bilemiyorum), bana yolladı. Çok uzun, ama bu benim blogum olduğu için hepsini koyuyorum (Top benim).

ESHK: Bize zaman ayırdığın için teşekkür ederiz. Gerçi biliyorum, oturup birşeyler içeriz demiştik, herhalde böyle bir söyleşiyi beklemiyordun.
SO: Evet, şaşırdım biraz, ama biliyorsun, bugünlerde sağolsun Tan Cemal beni oradan oraya yanında gezdirdiği için televizyona bile çıktım, söyleşi diye bir şey girdi birden hayatıma.
ESHK: Evet, televizyonda gördüm sizi. Sen sakin görünüyordun sanki, önceden çalışmış gibi bir halin vardı.
SO: Yok canım, heyecandan çenem düştü aslında.
ESHK: Bu pek öyle bir söyleşi olmayacak ama. Yani açıkçası biz sizin kitapla o kadar ilgilenmiyoruz. Yani sorular anlamında ilgilenmiyoruz. Bu söyleşi bir dizinin parçası. Aslında söyleşi değil, anket demek lazım. Aynı ortaokul (şimdi ilköğretim oldu) yıllarındaki anket defterlerinde olduğu gibi, insanlara zevkleriyle, alışkanlıklarıyla ilgili sorular soruyoruz ve sonra bu cevaplardan bir sonuç çıkarmadan öylece bırakıyoruz. Bir yandan insanların kendini önemli hissetmesini sağlıyor, bir yandan da onları sıradanlaştırıyor bu. Düşünsene, kimliğini ortaya koymak için bir başkasının adını vermek zorundasın, ya da bir nesneyi belirtmek. Biraz da taşralıvari bir şey, hep kendine benzeyeni aramak taşralılıktır bir anlamda. Taşrada kimlik kitap adları, yazar adları, film adları üzerinden kurulur en fazla. Tek kitabevi, tek sinema, çevre hep seni ezer, yok sayar, sen de seni anlayacak birilerini ararsın. Senin sevdiğini seviyorsa seni de anlayacak elbette! Bilirsin, gazetelerde de sık sık yapılan bir şey bu. Ama onlar öne çıkan kişilere soruyorlar. Yani bir şekilde ün kazanmış olanlara. Biz o kişileri gerçek kabul etmiyoruz. Yani onlar şık sorulara şık cevaplar veren bir takım şık insanlar ama yalnızca gazete sayfalarında, radyo programlarında vb. yaşıyorlar.
SO: Biz de mi öyle olduk şimdi televizyona çıkınca?
ESHK: Yok canım. Kusura bakma ama, ben gerçek ünlülerden bahsediyorum, televizyonculardan, oyunculardan, çok satan yazarlardan falan.
SO: Şaka yapmıştım aslında. Devam et.
ESHK: Pardon. Pardon. Her neyse, sana soracağım sorular, göreceksin ki, seninle ilgisi olmayan sorular. Yani ben bazen araya karşımdakiyle ortak bir dilde konuştuğumuzu hatırlatacak sorular ekliyorum, ama onların dışında tamamen sıradan konularda sıradan sorular. Umarım bu sende sıkıntı yaratmaz.
SO: Tam tersine. Aslında eskiden Cumhuriyet gazetesinin bir ekinde her hafta anket yayınlarlardı, on, on beş tane soru vardı, herkese sorarlardı. Telefonla ya da yazılı olarak, bilmiyorum. Ben de hep okurdum o anketleri. Hoşuma giderdi. Zaten senin de dediğin gibi, ilkokul ve ortaokulda anket defteri furyası vardı. Benim defter hala durur bir yerlerde. Çok sıkı sorularım vardı, hayatın anlamını falan soruyordum yanılmıyorsam. Kendim de doldururdum anketlerimi. Kendi kendimle anket yapma alışkanlığım oluşmuştu.
ESHK: Başlayalım istersen.
SO: Tamam.

En sevdiğin yazar?
Ahmet Hamdi Tanpınar.


En sevdiğin kitap?
Huzur.

En sevdiğin kitap adı?
Sana Gül Bahçesi Vaat Etmedim.

En sevdiğin yönetmen?
Wim Wenders

En sevdiğin film?
Şu aralar Dönüş. Rus filmi.

En sevdiğin film adı?
Korku Ruhu Kemirir.

En sevdiğin oyuncu?
Brad Pitt. Pardon, bunu söylememem gerekiyordu. Rezil olduk.

En sevdiğin ressam?
Ah... Caravaggio.

En sevdiğin resim?
Brueghel’in, sanıyorum adının Türkçesi Oruç ve Şenliğin Savaşı.

En sevdiğin heykeltraş?
Rodin. Gerçekten çok sıradanım. Ortaokul sıralarında kalmış gibiyim.

En sevdiğin heykel?
Kadıköy’deki boğa heykeli. Hayatın tam ortasında. Herşey ona göre belirleniyor. Adres tarif ediliyor. Herkes orada buluşuyor. Ayrıca çok güzel. Benim olmasını isterdim. Olympos’ta bahçeye koyardım.

En sevdiğin müze?
Tate Modern. Giriş bedava. Mekan ferah. Manzara çok güzel.

En sevdiğin kütüphane?
Bina olarak Beyazıt kütüphanesi. Ama içine girmedim. Bizim okulun kütüphanesini biliyorum bir tek.

En sevdiğin şehir?
İstanbul tabii.

Yaşamak istediğin şehir?
Roma.

Ölmek istediğin şehir?
Bilmiyorum. Mekke olmadığı kesin. Orası fil mezarlığı gibi ya. Roma.

Nereye gömülmek istersin?
Bilmiyorum. Yazır köyünün mezarlığına belki.

İstanbul’un en sevdiğin yeri?
Aşiyan.

En çok gitmek istediğin yer?
New York.

Mesleğin?
Çevirmenlik yapıyorum.

En sevdiğin meslek?
Sinema yazarlığı. Kebap.

En iyi yaptığın şey?
Yazmak. Gerçekten.

Yapmayı en sevdiğin şey?
Film seyretmek.

Günün hangi öğününü en çok seversin?
Kahvaltı. Sormadan söyleyeyim, sucuk, tereyağ, bal ve kaşar peynir.

En sevdiğin yemek?
Yaprak sarma. Etlisi de zeytinyağlısı da.

Ehliyetin var mı?
A2 Gözlükle.

Pasaportun var mı?
Var.

Kredi kartın var mı?
Var.

Bilgisayarın var mı?
Var.

Araban var mı?
Yok.

Evin var mı?
Var.

Ailenle mi yaşıyorsun?
Hayır.

Spor yapıyor musun?
Pek değil. Bazen. Kaset bitti galiba.

En sevdiğin spor?
Yüzme. Soruların hepsi böyle mi?

En sevdiğin sporcu?
Eskiden Ivan Lendl’dı.

Sence aşk ne demek?
Karizmayı çizdirmek. Bu cevabı önceden düşünmüştüm.

Evlilik aşkı öldürür mü?
Onun için evliliğe gerek kalmıyor.

Kendinle en gurur duyduğun an?
Saçma ama, Nilüfer Göle’den 100 çektiğim an.

En eski anın?
Çok küçüğüm, üç falan. Denizde tepetaklak gidiveriyorum. Annem beni kurtarıyor. Gerçek mi bilmiyorum.

En kötü anın?
Aslında daha kötüsü de var ama, bu yakın tarihli... aynı gece önce suratıma kaynar çay döküldü, sonra gözüme laptop çantası girdi, sonra sevgilimle kavga ettim, sonra köpeğimle bana bir köpek saldırdı ve onun kıçını, benim elimi parçaladı, karakol, acil servis, veteriner. Barıştık tabii.

En korktuğun an?
Sabah uyanmış yatakta yatıyordum ve birden soluğum kesildi, kalbim sıkıştı, kıpırdayamadım. Sevgilim sabah sabah ruj mu sürdün dedi! Dudaklarım morarmış. On yıl falan önceydi. Doktor panik atak dedi.

En çok sevindiğin an?
Anadolu lisesini kazandığım an sanki. Sonradan sevincime hakim olmayı öğrendim. Eline, diline, sevincine.

Issız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey?
Dalga geçiyorsun. Bilmiyorum. İş, ekmek, özgürlük.

En sevdiğin eşyan?
Mona Lisa’lı çakmağımdı. Bulamıyorum. Bir de on dört yıllık söz yüzüğüm var. Onu da üç dört yıl önce kaybetmiştim, geçen gün buldum. Yıllardır rüyamda görüyordum. Şimdi de çakmak gitti. Evde bir yerlerdedir herhalde.

En sevdiğin hayvan?
Kedim.

En sevmediğin hayvan?
Hamamböceği.

Hayran olduğun kişi?
Çok kazık soru. Tanpınar belki. Kıskandığım kişi.

Kendin olmasan kim olmak isterdin?
Ohooo... ne bileyim. Jeanne Moreau!

En çok hangi ünlüyle tanışmak isterdin?
Sam Shepard.

En çok hangi ünlüyle sevgili olmak isterdin?
Sam Shepard. Komik soruymuş.

En beğendiğin özelliğin?
Böyle olacağını biliyordum. Zehir gibi zekam. Her zaman işe yaramıyor.

En beğenmediğin özelliğin?
Bence bu soruya hep bu yanıt geliyordur. Tembelliğim.

Kendini tek bir kelimeyle özetleyecek olsan?
Bilmiş.

En yararlı icat?
Korsan DVD.

Sahip olduğun en önemli bilgi?
Bir arkadaşım Baselitz’i düz resim yapıp sonra ters asarken görüp fotoğrafını çekmiş. Internete koydu galiba.

En kötü rüyan?
Meğer erkek arkadaşım Avustralyalıymış. Çığlık atarak uyandığım tek rüyadır. Uzun hikaye.

En güzel rüyan?
Yok galiba. Genelde güzel rüyalarım kırlarda ağaç altlarında deniz kenarında falan geçer. Ama hiç hatırlamıyorum şu anda.

En sevdiğin mevsim?
Sonbahar.

En sevdiğin ay?
Eylül.

En sevdiğin yıl?
Emin değilim. 1992.

En sevdiğin internet sitesi?
Güzel soruymuş. Buldum.
www.studyspanish.com

Olaylar başka türlü gelişse şu anda hayatının bambaşka olacağını düşündüğün bir dönüm noktası var mı?
Tabii. Bende sınav heyecanı var. Panik atak geçiriyorum. Başka bölüm okumuş, girdiğim mülakatları geçmiş, iş tutmuş olurdum. 2000 dolar maaşlı bir işin mülakatında dondum. İlk sıradaydım, kesin gözüyle bakıyorlardı bana. Mastır jürisinde de kilitlenip kaldım. Tek kelime söyleyemedim. Geçirdiler tabii, ama kilitlenmesem gidip doktora falan yapacaktım. Sonradan iyi olmuş diyorum tabii, ama bilemezsin ki.

Şu an burada bu soruları yanıtlıyor olmak yerine ne yapıyor olmak isterdin?
Ulupınar’da rakı balık yapıyor olmak ya da hiç değilse Moda’da Koço’da ızgara kalamar rakı yapıyor olmak isterdim. Yoksa daha hayati şeyler mi? Roma’da apartman dairemde oturup televizyon zaplıyor olmak isterdim, camları açmış olmayı da isterdim boya kokusu çıksın diye. Roma’da aranan bir sanatçı olmuşum hani!

ESHK: Sorular bitti. Bazılarını şimdi sorarken uydurdum. O yüzden bana izin verirsen bir dakika, şunları düzenlemem gerekiyor.
ESHK: Evet. Nasıl buldun?
SO: Ne hissettiğimi soruyorsan, kendimi aptal gibi hissettim biraz. Yani sanki sen zaten bu soruların cevabını biliyormuşsun, ben de o cevapları bulmaya çalışıyormuşum da hep yanlış cevap veriyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Bu da sinir bozucu tabii.
ESHK: Evet ama sorulara bakınca hiçbirinin doğru bir yanıtı olmadığı anlaşılıyor zaten, değil mi? Daha önce düşündüğün sorular mıydı bunlar?
SO: Bazıları öyleydi tabii, yani şehirler, yazarlar, kitaplar falan. Ama haksızlık etmeyeyim, bence eğlenceliydi. Gerçekten sokaktaki vatandaşa mikrofon uzatma durumu gibi bir şey bu da, insan kendini önemli hissediyor. Sorular var ve bana soruluyorlar ve üstelik benim onlara verecek cevabım da var. Ucundan biraz ayrıcalık tattırıyorsun, ama tam da değil.
ESHK: O neden?
SO: E, sorular derinlikli olsaydı, yani evet hayır soruları değil de, işte, hayatın anlamı ile ilgili sorular olsaydı, sanki daha bir şişinebilirdim. Şimdi biraz boşalmış hissediyorum.
ESHK: Evet, haklısın aslında. Yani biz bu yüzden böyle sıradan sorular hazırladık. Hem soru sorma durumunu koruyoruz, hem de içini boşaltıyoruz, tuhaf bir söyleşi oluyor. Bak, sana bizim derginin bir kopyasını vereyim. Neler yaptığımızı görürsün. Belki sen de bir şeyler yazmak istersin. İyi yazıyormuşsun ya!
SO: İyi ki söyledik ha. Aslında isterim. Konuşuruz sonra. Okuyayım da. Bu kadar galiba?
ESHK: Evet, bu kadar. Ağzına sağlık. Teşekkür ederiz.
SO: Ben teşekkür ederim. Kolay gelsin.

http://www.edebiyattahayattasanattakopya.blogspot.com